Son Süngerci: AKSONA MEHMET
Denizlerin altında geçen yarım asır bir hayat...
Dile kolay tam yarım asır…
Mehmet Baş, bilinen ismiyle Aksona, geçmişi eldeki yazılı kayıtlara göre bin 700 yıl evvele dayanan Bodrum süngerciliğinin yaşayan efsanesi.
O, süngerciliğe öylesine tutkundur ki tirhandiline de “Aksona Mancorna” adını vermiştir. Yıllardan beri Ege ve Akdeniz’de dalmadığı deniz dibi bırakmamış. Ona, "Denizin dibini mi iyi bilirsin karayı mı," diye sormak anlamsızdır. Çünkü o, derin suların sünger avcısı bir “Mancorna”dır.
Aksona Mehmet güleç yüzü, samimiyeti ile başkadır. Kahkahası, piposu, sohbeti, denize bakışı, hüznü de bir başkadır…
Mehmet Baş doğumunu; adını kimin ve nasıl koyduğunun öyküsünü öyle güzel anlatıyor ki, adeta bir masal dünyasına dalıp gidiyorsunuz.
1950 yılında Hüseyin, İstanbul Şişli Süvari Bölüğü’nde sıhhiye er olarak askerdir. Ocak ayının onunda, Gener Mevkii’nde Hüseyin’in eşi Hanım’ın doğum sancısı tutar. Hemen Hanım’ın kayınvalidesi olan Samıtlar’ın Fatma’ya haber uçar. Fatma da ilk torununun heyecanıyla atına atladığı gibi zemheri soğuğunda Gener’e gider. Çünkü doyamadan kaybettiği değerli eşinin emaneti, biricik oğlu Hüseyin’in çocuğu dünyaya gelmektedir. Gener’e vardığında, Hanım’ın başında, ablası Ümmü Kadın ve Kuzu Ali’nin gelini Ayşe vardır. Nur topu gibi, sağlıklı bir oğlan çocuğu doğmuştur. Oradakiler, “Adını ne koyalım,” diye aralarında konuşurlarken Samıtlar’ın Fatma büyük bir hışımla tahta kapıyı çarparak içeri dalar ve “Onun adı belli değil mi,” diye söylenir! Konuşulanları kapı önünden duymuştur. Bebeğin erkek olduğuna da çok sevinir “Onun adı dedesinin adı olacak! Mehmet’im o benim” deyince kimse ses çıkaramaz!
İşte bu tarihte, böyle bir zamanda dünyaya gelir Mehmet Baş, nam- diğer Aksona Mehmet…
TÜTÜN KIRMAK ÇOK ZOR ve MEŞAKKATLİ BİR İŞ
Yaşam mücadelesi çok erken başlıyor Aksona Mehmet’in. Beşinci sınıfta tütün kırmaya başlıyor. Zor ve meşakkatli bir iş tütün kırmak ve Mehmet tütün kırmaktan nefret ediyor. Aksona şöyle anlatıyor o günleri;
“Beşinci sınıftaydım ve biz de ihtiyaçtan dolayı Karaova’ya tütüne gitmeye başladık. Gecenin yansında kalkıyorum, iki saat yol yürüyüp tütün tarlasına anca varıyoruz. Tütün kırılıyor, güneş biraz çıkınca kırılan tütün yaprakları hayıt çubuğundan özel örülmüş küfelere itinalı bir şekilde istif ediliyor. O küfeler insanların sırtında tarladan köydeki yazlık çardaklara taşınıyor. Bu işi de anam yalnız başına yapıyor. En büyük çocuk olduğum için beni de “Arkadaş oluver...” diye yanında götürüyor. Henüz on yaşlarında bir çocuğum, gece birde, ikide kalkmak çok zor geliyor. Bazen ağlaya ağlaya kalkıyorum ama kalkıp da yola koyulduktan sonra, bizim köyden tütüne giden çok insan olduğu için yol boyu oldukça kalabalık ve neşeli geçiyor. İki saate yakın yürüyüp tütün tarlasına varınca anam, tütün yapraklarını çıtır çıtır kırmaya başlıyor, ben de başlıyorum ”Anaa, uykum çok geldi...” diye ağlamaya. Anam ne yapsın? Ana yüreği bu ya “Hadi oğlum yat” diyor tabii. Tütün küfesini yatırıp içine uzanıyorum. Kırılan tütün yapraklan küfeler içinde çardağa getirildiğinde özel yassı iğnelerle dizilir. Dizerken uyuklarsın, iğne eline batar... Oldukça meşakkatli iştir ama ne yaparsın; zar zor olsa da bu işi yapmak zorundasın çünkü ekmeğini oradan kazanıyorsun…”
İLK GURBETE ÇIKIŞ; MİLAS
Köyden ilk çıkışı ortaokul için. Öyle çok uzak değil. Milas’a...
“Bu tütün işini hiç mi hiç sevmedim. İlkokulu bitirdiğimde öğretmenim Mustafa Çadır, derslerimin iyi olmasından dolayı, okuyayım diye oğlu Abdullah’la birlikte beni de Milas’a götürmek istediğini söyledi. Maddi gücümüzün olmadığını, ailemin beni okutamayacağını söyleyince öğretmenim, “Ben de yardım edeceğim…” dedi. Anam, eskiden beri sakladığı bir adet sarı lirayı yardım olsun diye öğretmenime verince, Milas’a gidip ortaokula başladım. Bu köyden ilk dışarıya çıkışımdı…”
Ancak küçük Aksona’nın okula gidesi yok, bir şekilde kendine gerekçeler yaratıp Milas’a okula gitmiyor ve soluğu Bodrum’da alıyor. O bizim denizlerin hakimi Aksona Mehmet az kalsın boğuluyormuş. İnanılır gibi değil, lakin gerçek. Aksona o kaçış ve boğulma öyküsünü şu şekilde anlatıyor;
“Bodrum’un ünlü şoförlerinden Ninno Cumhur’un uzun belli jipine atladığım gibi soluğu Bodrum’da aldım. Bodrum’a inince de doğruca İskele Meydanı’nda Fahri Kaptan’ın kahvesinin arkasında, deniz malzemeleri satan Ali Ziylan’ın dükkânına... Oradan da misina ile volta (olta) alıp balık avlamak için iskelede mendireğin iç tarafına gittim. Yem için taşlardan “bedellet” dediğimiz deniz böceklerinden koparmak isterken, kaygan yosunlara basınca ayağım bir kaydı, okulda giydiğim takım elbiselerle cumburlop denize yuvarlandım. Doğru dürüst yüzme bilmem, az kaldı boğuluyordum. Can havliyle sudan çıktım ama gelin bir de bana sorun. Tam suya düşmüş sıçan gibi oldum...”
SUALTINA İLK MERHABA VE İFLAH OLMAZ MAVİ SEVDA
“Günlerden bir gün, birkaç arkadaş Karaburun’un ucuna balığa gitmiştik. Orada Koca İbrahim Amca’ya rast geldik. Maske ile yüzerek ıskaroz avlıyordu. Kıyıya dinlenmeye çıktığında, “O maske ile suyun dibine bakabilir miyim?” diye izin istedim. “Tabii oğlum, al bak bakalım…”deyince dünyalar benim olmuştu. Maskeyi alıp yarı belime kadar denize girdim. Başımı suya batırdığımda, “Aman Allahım, bu ne güzellik, ayrı bir dünya var burada!” diye aklımdan geçirdim. Gerçekten o görüntüden çok ama çok etkilendim. Bugün hala o anı bir fotoğraf karesi gibi hatırlıyorum...”
Aksona Mehmet aşka düşmüş, kara değil mavi sevdaya tutulmuştu. Artık iflah olmazdı Aksona. Köyünden de birkaç kişinin süngerde çalışmak üzere denize gittiğini ve çok para kazandığını duyuyor ve;
“Bunlardan birisi Tahir Duman diğeri Hışır Mustafa lakaplı Mustafa amca idi. O zamanlar ara sıra Bodrum’a iniyor etrafta ne var yok kolaçan ediyordum. Kale Caddesi’nden iskeleye doğru yürürken Kokaçi lakaplı Ahmet Nalbantoğlu’nun dükkânının vitrininde ilk gözüme ilişen de ‘Champion’ marka Fransız malı maske oldu. Fiyatını okudum ‘40 Lira’ ama alacak para nerde? “Elbet bir gün bunu alırım…” diye hayaller kurmaya başladım. Sonunda anama ağlayıp sızlandım, anam da kırmadı, Kasap Mahmut Ağa’ya 40 liraya bir oğlak sattı ve parasını bana verdi. Koşturup gidip vitrindeki o maskeyi aldım, o an dünyalar benim oldu…”
İLK SEFERDE HEZİMETE UĞRUYOR
O zamanlarda Bodrum’da sünger avcılığı çok meşhur. Yıl 1964, Aksona Mehmet’in kadim dostlarından biri Ahmet Pehlivan, Mustafa Cengiz’in süngerci teknelerinden birinde güverte elemanı (aylıkçı) olarak çalışmaya başlıyor. Ahmet Pehlivan Aksona’ya da bir balıkçı teknesinde yardımcı elaman olarak iş buluyor. Bundan sonrasını yine Aksona’dan dinleyelim;
“Küçük bir Tırhandil, ismi Akasya, sahibi ve kaptanı Poyrazoğlu Mehmet. Konuştuk, anlaştık, köye gidip hazırlanıp geldim. Teknenin daha ufak tefek bakımları var, onu beklerken Mehmet Amca beni birkaç gün evinde misafir etti. Birkaç gün sonra, teknemiz Akasya hazır olunca, Mehmet Amca ve bir arkadaşı ile birlikte Ören yönüne doğru sefere çıktık. Tam bir hafta ağ ile geceleri voli yaparak avlandık. Onlara kürek çekerek yardım ediyordum ama bir haftanın sonunda perişan olmuştum. Çünkü karaya çıktığımda sanki teknede sallanır gibi sürekli sallanıyordum. Bodrum’a dönerken ‘Ben bu işi yapamayacağım Mehmet Amca…’ deyip Karaburun’un ucundan çıkıp köyün yolunu tuttum ve ilk denizcilik serüvenim burada son buldu...”
Lakin Aksona Mehmet’in gönlüne düşmüş mavi sevda. Tütün tarlasına gidip tütün kırmaktansa, buralardan kaçıp o engin maviliklere gitmek istiyordu. Muzaffer Ağabeyinin, “Olabilir, Mayıs başında gelin görüşelim, hem de bir deneme dalışı yaparız, becerebilirsen çalışırız,” demesi ile yeni bir dönem başlıyor Aksona Mehmet için…
“Teknenin adı Engin Kardeşler, karpuz kıç, içerisinde dokuz beygir gücünde, Doic marka tek silindir bir motor var. Bir iki gün sonra kaptanımız Muzaffer Ağabey, Haremten önündeki sığlıkların birinde ben, Ahmet ve Beton Şakir’e sıra ile birer deneme dalışı yaptırdı. Hepimiz başarılı olduk. Muzaffer Ağabey, “Bu iş tamam” deyince herkesin keyfi yerine geldi. Şimdi sıra geldi süngeri tanımaya dedi.”
DERİN DALAN SÜNGERCİLER; MANCORNALAR
Aksona kalenin açıklarında deneme dalışlarına devam ediyor. Bir apoş dolusu sünger bulup getiriyor, içerisinden sadece iki tane iyi sünger çıkıyor ilk zamanlar. Bir iki derken apoşun içerisindeki deli süngerler azalmaya, uslu süngerler çoğalmaya başlıyor. Bu arada tekneye henüz kumanya ve ocak konmadığından, yemekler hanın girişinde sağ tarafta yer alan Ali Doksan’ın köfteci dükkânında yeniliyor.
Bu arada dilinden düşürmediği Mancorna’nın ne olduğunu da soruyoruz Aksona’ya; “Süngerci dilinde ‘mancorna’ derin dalan sünger avcılarına deniyor. İkinci grup sığ su makineleri ise derin dalmayan kıyı kıyı çalışan sünger avcıları,” diye tarif ediyor.
Süngerci olarak belgesini aldıktan sonra aldığı ilk avans ile eve koşturuyor Aksona. Kardeşlerine ve anasına bol yiyecek, içecek kumanya düzüp götürüyor. Anası, onu elleri dolu görünce hem şaşırıyor, hem de seviniyor, “Oğlum hayrola, bu ne, parayı nereden buldun da bunları aldın?” deyince “Anacığım, patronum verdi, süngere gidiyorum. Artık kesinleşti” diyor. Anasının gözleri doluyor, yaşlar boşanıyor. Anası Aksona’nın boynuna sarılıp “Gara oğlum benim, ben aşağı ğıydan gelik geli diye kimleri gözleyeyim?” diyor.
Dalışta ustalaşan Aksona’nın anlattıkları inanılmaz. Dalışlar yün kazakla yapılıyor. Nasıl mı? “Kaptanımız Muzaffer Ağabey’in amcası olan Hüseyin Cengiz kaptanlığındaki Güven teknesi ile ‘korsova’ olarak sefere çıkıyoruz. Güven güzel bir tırhandil, içerisinde 18 beygir gücünde kızma kafa bir ‘Seffle’ motor var. 10 metre filan. Mayıs ortaları gibi Bodrum’dan ayrılıp Farilya’ya doğru yol verdik. Giderken birkaç dalış yapıp akşama Farilya’ya funda demir ettik. Farilyalı ünlü dalgıçlar var. Birkaç gün de oralarda çalışıp Karakuyu’ya geçip oralarda da çalışıyoruz. Artık tam iş sahalarındayız. Sabah erkenden kalkıp akşama kadar deniz üzerinde tam çalışma yapıyoruz. Günde üç dalış. Elbise filan yok, yün kazakla dalıyoruz! Akşam olunca bir yere toplanıp eski dalgıçların anılarını dinliyoruz... Böylece çalışa çalışa yukarıya yani kuzeye doğru yol alıyoruz…”
Aksona askerliğini 1970-71 yıllarında Mersin’de bir çıkartma gemisinde yapar. 1974 yılında da dünya süngerciliğinin merkezi olan Kalimnos’ta süngerci olarak çalışır…
DENİZ HIYARINDAN ETKİLENİP ŞİİR YAZABİLEN TEK ADAM
Aksona Mehmet’i tanıyanlar bilir ağzı iyi laf yapar. Lakin denize dalıp gidince şairliği de tutarmış meğer. Alaçatı tarafında çalıştıkları bir zaman denizhıyarından etkilenip şiir yazabilen tek adamdır herhalde…
“Alaçatı’ya döndüğümüzde hava düştü, dalgalardan da kurtulduk. Akşam Çirigo Koyu’na funda demir ettik. Gece ay olanca güzelliğiyle Kokar Dağı üzerinden yükseldi. Tek kelime ile muhteşem bir güzellik, elimde olsa hiç ayrılmam burada yaşarım. Yemekten sonra hepimiz, yorgunluktan birer köşeye çekildik. Bugün dalışta gördüğüm denizhıyarının, başını kaldırıp erişteler üzerinde gezmesi, hemen arkasından fırtına gelmesi beni çok etkilemiş. İlk defa böyle bir şeye şahit oldum. Birden canım yazmak istedi ve duygularımı da kâğıda dökünce bu dizeler çıkıverdi ortaya;
Dalarken bir gün denize,
Denizhıyarları göründü bize.
Anladık deryalar yol verdi bize,
Superstar ile flok verdi diz dize.
Beyaz köpüklü dalgalar arasında
Albatroslar kılavuz oldu bize.
Savul ey Sığacık,
Çandarlı’nın imzası var bize.
Açıl ey Darboğaz,
Turgutreis’in torunları geçiyor Akdeniz’e.
Ver elini hey bre Sıralavaz Dağları,
Geliyoruz sevgililerimize
ŞAFAK’TAN, AKSONA’YA
Aksona, Gölköy’den Cumali lakabıyla anılan, süngere başladığı yıllardan arkadaşı Mustafa Dolu, sekiz buçuk metrelik Şafak isimli tırhandili vurgun yediği için satacakmış diye duyuyor. İlk teknesini alışını şöyle anlatıyor Aksona. Anlatırken adeta o günkü heyecanını yeniden yaşıyor; “Mustafa’yı Bodrum’da görünce sordum, “Evet, satacağım…” dedi. Birlikte Torba Limanı’na gidip tekneye alıcı gözüyle baktım ve Mustafa’nın istemiş olduğu 600 bin liraya anlaşıp el sıkıştık. 200 bin lirayı peşin ödeyeceğim ve Mustafa da tekneyi hemen üzerime verecek. Tekneyi üzerime alınca, Ziraat Bankası’nın su ürünleri kredisi var. Krediyi alınca 200 bin daha öderim, kalan son 200 bin lirayı da sezon sonu sünger satılınca ödeyeceğim. Aramızda senet sepet yok, sadece söz! Doğup büyüdüğümüz bu topraklarda çek, senet, sepet birer kâğıt parçası olarak görülüyor. İnsan sözünün eridir, böyle yetiştirildik! Benim için o gün çok önemli bir gün. Mustafa ile anlaşıp el sıkışınca, dostum terzi Yılmaz Üzer’den 20 bin lira alıp adet yerini bulsun diye Mustafa’ya kapora verdim”
Aksona’nın satın aldığı tekne 1965 yılında, ustaların ustası Ziya Güvendiren tarafından yapılmış. O nedenle şu an antika tekne değerindedir. Aksona teknesini ballandıra ballandıra anlatıyor, ama büyük bir ciddiyetle; “İçerisinde 18 beygir, tek silindir, kocaman bir volanı olan, kafadan fitilli Diter marka motor var. Ziya Usta bu tekneyi kendisine yapmış. Tekne o zamanlar Bodrum’un ünlü kaptanlarından Manara İsmail tarafından paragadi ile Lagos avcılığı için Mersin’e götürülmüş. Bir müddet oralarda balıkçılık yapmış sonra da Bozburunlu birisine satılmış ve dalgıç teknesi olarak sünger avcılığı yapmış. Oradan da bu yerlerin gelmiş geçmiş en hızlı sünger avcılarından Yalıkavaklı Bakkal Ali’nin Mehmet Beyazıt satın almış. Mehmet Beyazıt, Şafak adlı bu güzel tırhandili bir süre kendi süngerci filosunda Celal Bozkurt’un kaptanlığında çalıştırmış ve sonrada Gölköy’den Mustafa Dolu’ya satmış. Ondan almak da bana nasip oldu.”
Aksona teknenin motorunu “Diter Doktoru!” namı ile bilinen Hüsnü Usta’nın hünerli ellerine teslim ediyor; “Bu motorun dilinden en iyi anlayan adam! Bu makine önceden Sabri Kaptan’ın teknesindeydi, oradayken tanışmıştım. Sabri Kaptan teknesi Erdoğan’a başka motor takınca, bunu da alıp bu tekneye takmışlar. Makine, orijinal motor kafasını çatlatınca, yeni kafa bulamadıkları için Hüsnü Usta motora kaim demirlerden öyle bir kafa yapmış ki bir daha çatlatamamış. Onun için Hüsnü Usta’ya “Diter Doktoru!” diyorlar…”
Süngercilerin günde onlarca kez tekrar ettiği, süngerciler için hayati önem taşıyan kelimeyi teknesinin adı olarak belirliyor; Şafak olan teknenin adı bundan sonra “Aksona” oluyor...
“Artık, hep hayalini kurduğum güzel bir tırhandilim var. Şimdi bana düşen görev, bu güzel tekneye kızım gibi bakarak, onu yapan büyük ustanın adı ile birlikte yaşatmak!” diye düşünüyor içinden…
“AKSONA” SUYA İNDİĞİNDE YENİ BİR DÖNEM BAŞLIYOR
Motoru yenilenen ve tümden elden geçen Aksona’nın zehirli boyası sürülüyor ve artık denize inmeye hazır. Aksona Mehmet hayatının en önemli gününü şöyle anlatıyor; “Herkes ‘Kurban kesip kan uçurmam…’ gerektiğini söylüyor. Teknenin karada yapılması gereken her şeyini son defa gözden geçiriyor ve 3 Mayıs 1981 günü Aksona’yı çok özlediği suyla buluşturmaya karar veriyoruz. Güzelce bir oğlak bulunup, tekne denize inerken kesilecek ama ben bunu kesinlikle yapamam. Kardeşim Cemil’i bu işe görevlendirdim. Lakin şartım var; oğlak benimle aynı arabada gitmeyecek, çünkü oğlakla göz göze gelirsek, onu hayatta kestiremem. Ayrıca kesilirken de ben görmeyeceğim! Cemil’i sıkı sıkı tembihledim ve 3 Mayıs sabahı ikimiz de köyden ayrı jiplere binerek Torba’nın yolunu tuttuk. Tenekeci Şakir Amca’nın oğlu Ahmet’le konuşmuştum, tekneyi Bodrum’a denizden dolaştırmak için yardıma gelecek. Hep beraber teknenin başındayız, teknenin altına kızaklar sürüldü, ortadan bir süreliğine yok oldum, bu esnada da kurban kesildi ve böylece bir adet yerini bulmuş oldu. Kızaklar tam suya girdi, tersanede çalışan çocuklardan birisi ‘Yürümüyor bu tekne, tam burada kaldı...’ dedi. ‘Neden yürümüyor?’ filan derken ‘Tel kıstı, teel!’ diye bağırıyorlar. Şaşkınlık içindeyim, içim boşalıyor neredeyse. Nereden bileyim, meğer bahşiş istiyorlarmış. Bahşişi verince, Aksona yağ gibi kayıp suya kavuştu. Herkes teknede bir şeyler yapıyor, ben ise o an kilitlendim! En büyük hayalim gerçek oldu, ‘O, suda gördüğüm güzel kız benim!’ diyorum içimden. Gözümde iki damla yaş, derin bir oh çekip çöktüm bir iskemleye. Meğer ne zormuş tekne hazırlamak. Dışarıdan kolay gibi geliyor ama işin içine girince anlıyor insan, ‘Her şey geride kaldı, ileriye bak Mehmet…’ diyorum. Bir fitil yakıp kafadan motora koydum ve kuvvetlice bir kol atıp Diter’i çalıştırdım. Öyle bir çalıştı ki ‘dan dan dan dan’ tek tek sayıyor mübarek, acayip de silkeliyor tekneyi! İki Mehmet bir Ahmet, Aksona’nın içerisinde üç kişi tekneyi neta ettik, Cemil’e baş çımalarımızı çözdürüp Bodrum’a doğru yol verdik…”
YAŞAMINDAN KISA BİR KISA BİR ÖZET…
1983 yılında evlenir, 1986’da oğlu Fatih ve 1988’de kızı Deniz dünyaya gelirler.
Aksona Mehmet, 1985 yılında İspanya’nın Mayorka Adası’nda yapılan Dünya Şampiyonası’na, yine aynı yıl ve 1986’da çeşitli Avrupa ülkelerinde yarışlara katılır. Milli dalış takımıyla katıldığı bu şampiyonalarda çeşitli dereceler alır. Yurtiçinde katıldığı yarışmalarda altı kez birinci olur.
1987’de 12 metrelik tirhandili ile mavi yolculuk hizmeti vermeye başlar.
Aksona,1998’de hayallerinin teknesine kavuşur. Artık tasarımını kendisinin yaptığı 18 metrelik tirhandili Aksona Mancorna ile yelkenler fora deme mutluluğuna kavuşmuştur.
Aksona Mancorna, o zamandan bu yana engin deneyimiyle mavi yolculuklarının ve dalış turizminin gözdesi olarak deniz dostlarına hizmet vermektedir.
Aksona diyor ki; “Denizin gücü sonsuzdur. O, insana doğanın gücüne saygıyı, sonsuz enerjisinden yararlanmayı öğretir. Kim, denizin dilinden anlar, kim, onunla uyumlu yaşar, deniz ona hayatın her türlü nimetini bağışlar. Denizin dibi öylesine büyülüdür ki ben ne zaman dalsam, hep şu efsanelerdeki denizkızları gerçek olsaydı da karaya hiç ayak basmasaydım, derim. Deniz, büyük önderimiz Atatürk’ün hedef olarak gösterdiği çağdaş uygarlığa giden en kestirme yoldur. Yeryüzünde denize sırtını dönmüş tek uygar ülke yoktur. Mavi Yolculuk, suyun derinliklerinden gücünü alan insanları Ege’nin berrak mavisiyle buluşturur. Mavi’nin yolcuları hayatın ne kadar yaşanası olduğunu bir kez daha keşfederek evlerine dönerler. Yüreği insan ve deniz sevgisiyle dolu yeryüzünün bütün insanlarına kucak dolusu selamlar olsun…”
SON SÖZ MANCORNALAR DESTANI
Söyleşiyi burada sonlandırıyoruz. Çünkü yaz yaz bitmez dedikleri bu olsa gerek. Konuştukça bir şeyler çıkıyor, yaşanmışlıkların biri, bir diğerine bağlanıyor. Kimi zaman gözleri doluyor, kimi zaman o bilindik kahkahası kulaklarımızda çınlıyor. Hüznüne ve kahkahalarına biz de eşlik ediyor, anlattıklarını adeta ben de yanındaymış gibi yaşıyorum. Son sözlere geldik dediğimde, gerçekten Aksona Mehmet’e yakışan bir şekilde final yapıyor.
“Derin maviliklerde silinmez izler bırakıp, bu muhteşem deniz kültürünü bizlere devreden sünger avcılarının anısına bir ‘Mancornalar Destanı’ yazmayı hep istemişimdir. Çıkardığım süngerin ve baharın coşturduğu duygularla, bir anda kalemi defteri elime alıverdim ve şu dizeler döküldü kalemimden;
MANCORNALAR DESTANI
Karamanya’nın, Ege'nin, Marmara'nın mavi derinliklerinde
Sarı sarı yosunlar,
Sarı yosunlar arasında,
Sarı altına dönüşen siyah incileriz biz,
Sünger gözeneklerinde hayat dolu hücreleriz,
Kızgın güneşin altında,
Bir yudum su gibi sevgi dolu yürekleriz.
Koylarında, kumsallarında, kaya diplerinde
Nice mezarlar bıraktık,
Kalelerin burçlarında, köşe taşlarında,
Tersanelerde, ırgat diplerinde,
Tırhandillerin bodoslamalarında,
Silinmez izler bıraktık biz,
Karpaz’da, Silifke bankosunda, Anamur’da, Ayvalık’ta
Acı, sularla örselenmiş, sevgi dolu yürekler,
Yüz yıllar öncesi Oppianus’un şiirlerinde,
Halikarnas Balıkçısı’nın eserlerinde silinmez izler bıraktık biz.
Çanakkale’den Şildonlar’a ,
Taşları beyaz köpüklü dalgalar olmuş mezarlar bıraktık biz. Mancornalarız biz.
Deli maviye ömrünü gömmüş,
Büyük ustalardan süzülerek gelir bilgimiz.
Yüreğimizin derinliklerinde taht kurup
Yaşatmaktayız onları biz.
Esti yine meltem rüzgârları, doldu yelkenlerimiz,
Mancorna’dır,
Koca deryaların üstünde kelebek,
Altında kartallar gibi uçarız biz…
9 Nisan 2004’de bir muhteşem bahar sabahı, içinde bulunduğum haleti ruhiye ile yazdığım bu dizeleri, sevgili Raif Okyar ve tüm zamanların sünger avcıları anısına gezegenimiz üzerinde yüreği insan sevgisiyle dolu herkese ithaf ediyorum.
FB’den Not: Bu söyleşide Mehmet Baş’ın nam-ı diğer Aksona Mehmet’in Şubat 2015 yılında basılan ve yıllarca küçük notlar alarak biriktirdiği anılarından oluşan “Son Süngerci-Derin Maviye Adanmış Bir Ömür Aksona Mehmet” isimli kitabından da faydalanılmıştır. 448 sayfalık bu kitap biten bir mesleğin son temsilcisinin tanıklıklarını içermektedir.